
Sevgi ve özlemle...

Merih Kıykıoğlu
26 Haziran 1926 -
13 Aralık 2023
Muzaffer Kıykıoğlu
29 Aralık 1923 -
3 Ağustos 2016

Annem ve babam hakkında...
Annem ve babam hayatlarınını dünyayı daha yaşanır bir yer yapabilmek için adadılar. Hepimiz için bir teselli ve ilham kaynağı olmasını umuyorum.
Ülkenin geleceğinin sağlam temeller üzerinde kurulması gereğinin bilincinde, yeni nesillere eğitimde fırsat eşitliği sağlayacak her konuda cömertçe bağışlarda bulundular. En önemli vasiyetleri de bu yöndeydi ve Darüşşafaka ismini de sık kullanırlardı. İmkânlarınız ölçüsünde Darüşşafaka'ya verebileceğiniz her kuruşun bu vasiyetin yerine gelmesinde büyük rolü olacaktır. Teşekkür ederim.
LÜTFEN DARÜŞŞAFAKA'YA
BAĞIŞ YAPINIZ
Annemin Yaşam Öyküsü
Annem, 1926 yılında küçük bir kasaba olan Kiğı'da, Nazime ve Sami Üzelman'ın ikinci çocukları olarak dünyaya geldi. Dedemin subay olmasından dolayı ülke içinde sıklıkla taşındılar. Annem ilkokulu İstanbul'da, ortaokulu Ankara'da, liseyi Elazığ'da ve yüksek öğrenimini Ankara'da tamamladı.
Atatürk devrimlerinin sağladığı eğitimde fırsat eşitliği sayesinde, Anadolu'nun bağrından gelip başarılı bir kariyer kadını ve ülke çapında tanınan bir sanatçı oldu. Tüm hayatı boyunca, kültürden sanata, spordan bilime kadar birçok alanda, genç cumhuriyet tarafından sunulan sınırsız fırsatlardan yararlanabildi.
Spor yeteneği, Elazığ lisesindeki beden eğitimi öğretmenleri tarafından fark edildi ve 18 Nisan 1943 tarihinde İstanbul'da düzenlenen ulusal bir atletizm yarışmasına katılmayı başardı.
1945 yılında Elazığ lisesinden pekiyi dereceyle mezun olduğunda, dedem de subaylıktan emekli oldu ve Ankara'ya yerleştiler. O dönemde, liseden başarıyla mezun olan öğrenciler sınavsız olarak Tıp veya Hukuk fakültelerine girebiliyorlardı. Annemin hayali tıp okuyup güzel sanatları da sürdürmekti. Ancak, daha sonra Türkiye Amayasa Mahkemesi üyeliği de yapacak olan kuzeni İhsan Tanyıldız'dan ilham alarak Ankara Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu.
Sanata olan hayranlığı devam ediyordu. Yakın akrabalarının tiyatro ve sinema sektörlerinde ünlü kişiler olması da bunda etken oldu. Ünlü oyuncu Ulvi Uraz annemin kuzeni idi (teyzesinin oğlu). Ulvi beyin kız kardeşi Özcan (Uraz - Özmanav) devlet operasında soprano olarak görev yapıyordu. Özcan hanımın eşi Kemal Bekir (Özmanav) tanınmış bir aktördü.
Annem liseden beri tiyatroya ilgi duymuştu. Bir okul oyununde birçok karakteri tek başına canlandırarak büyük beğeni topladı. 1947 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu'na oyuncu aranan bir yarışma açıldı. Ünlü Muhsin Ertuğrul'un da jüri üyeliği yaptığı bu yarışmaya katıldı. Ancak, zorlu bir rakiple yarışıyordu. Ve rakibi Yıldız Kenter rolü kazandı, . Annem, "Rolü kaybettim, ama Yıldız Kenter'e karşı" derdi.
Annem yıllarca bir hobi olarak karikatürler çizip Hürriyet, Cumhuriyet gibi yüksek tirajlı gazetelerde yayımladı ve ödül de kazandı.
1948 yılında hukuk eğitiminin kendisine uygun olmadığından emin olup, hukuk eğitimini bıraktı. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. 1951 yılında Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Burada derslerde inceledikleri klasik Türk romanlarından olağanüstü etkilendiğini söylerdi. Osmanlı evlerini ve onların yansıttığı kültürü ve yaşam tarzını resmetmeye arzuluydu. Ancak, istediği duygusal derinliği fotoğraf veya yağlı boya gibi iki boyuta sınırlı metodlarla yakalayamayacağından endişe duyuyordu. Benzersiz bir üç-boyutlu resim tekniğini icat etti ve eski Osmanlı evlerini ve konaklarını üç boyutlu olarak resmetmeye başladı.
Son günlerine dek zihinsel yaratıcılığı ve olağanüstü el becerisiyle birçok benzersiz sanat eseri yarattı. Sanatçı olarak kariyeri boyunca yaklaşık 50 adet ev ve yalıyı, Osmanlı dönemi yaşam tarzını yansıtan sahneleri üç boyutlu olarak resmetti ve çok sayıda yağlı boya tablo ve çizim de yapmaya devam etti.
1977'den 1997'ye kadar dört kişisel sergi açıp. çok sayıda grup sergisine de katılarak basının ve ulusal radyo. televizyon (TRT) kanallarının ilgisiyle, ülke çapında tanındı. Kişisel koleksiyonuna ait olan bu eserlerden bir kısmı, bu sitede sanal sergiler olarak sunulmaktadır.
2007 yılında, reçine, kağıt ve kumaş kullanarak 27 ünlüyü, mini heykeller olarak canlandırdı. Yan hobi olarak karakalem çizimler yaptı. Bunlarda, çizdiği insan figürlerinin vücut dili ve pozları ile insan hareketini resmetmeyi başardı.
Annem, benzersiz eserlerini yaratmaktan büyük mutluluk duyan eşsiz bir sanatçıydı. "Eğer sanat eseri üretmek bir bağımlılıksa, o zaman ben üretmeye bağımlıyım. Zamanın boşa geçmesini düşünemiyorum. Çalışırken zamanı durdurduğuma inanıyorum" derdi.
Annem, çok hassas, çok yetenekli bir sanatçı, herkese değer veren yardımsever bir insan, çok iyi bir öğretmen, bir bilge, herkesi seven ve sevgisini cömertçe paylaşan, muhteşem bir kişiydi. 98 yaşında göçtüğünde, yeri doldurulamayacak bir yıldız kaydı. Ne şanslıymuşım ki o benim annemdi.
Babamın Yaşam Öyküsü
Babam 1923’te ikisi de aslen Bolu’lu olan büyükbabam Abdulkadir bey ile babaannem Sabiha hanımın ilk çocuğu olarak İstanbul’da doğar.
Babam tüm öğrenimini İstanbul’da tamamlar. İstanbul Erkek lisesinde en sevdiği ders matematiktir. Okulda çok zor bir hoca olarak tanınan matematik hocasının favori öğrencisi olur. Hatta hocası babama Paşa lakabı takar.
Liseden sonra okumak istediği tek konu makina mühendisliğidir. Giriş sınavını kazanarak 1944-1945 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girer. İTÜ’de de matematik konusu en sevdiği derslerdir. Akşamları evde hobi olarak matematikle uğraşır. Okuduğu bölüm gemi inşaatı olmadığı halde, bir geminin çıkardığı dalgaları ve bir geminin seyir sırasındaki verimini modeller. Bu verimi artırmak için de gemi tasarımında nasıl bir değişim yapılması gerektiğini düşünürken aklına gelen bir fikirden öyle heyecanlanır ki akşam saati olduğu halde, ertesi günü beklemeden matematik hocası profesör Ratıp Berker’i evinde ziyaret eder. Ratıp hoca babamı sabırla dinledikten sonra, önce kutlar ardından da buna benzer bir buluşun birinci dünya savaşı yıllarında yapıldığını anlatır ve babama kitaplar tavsiye eder. Her ne kadar mucidin kendisi olmadığına üzülse de Ratıp hocanın kendisine gösterdiği saygıdan çok etkilenen babam bu olayı güzel bir anı olarak aktarmıştı.
Babam ülkeye yön veren bir sanayi neferiydi. 1947-1948 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılına damgasını vuran birçok önemli kişi İTÜ’den sınıf arkadaşlarıdır. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Türkiye’nin tasarlayıp, üretip Danimarka’ya ihraç ettiği THK-5 uçağına emek vermiş Şükrü Er, E.C.A. ürünlerini yapan Elginkan Holding’in kurucusu Ekrem Elginkan, Keban barajını gerçekleyen ekibin başı olan Hazım Tütüncüoğlu sınıf arkadaşlarından birkaçıdır. Arakadaşları ile bağını hiç koparmamıştır. Özellikle Süleymen Demirel ile dostluğu hep devam etmiştir.
1948’de ilk olarak Ankara’da TCK (TC Karayolları) genel müdürlüğünde mühendis olarak işe başlar. Annemle de burada tanışırlar. 1953 yılında DSİ’ye makina ve ikmal dairesine mühendis olarak geçer ve yönetim kademesinde hızla yükselir. 1983’te emekli olana dek DSİ tarafından yapılan tüm işlerinin makina parklarının koordinasyonu, tedarik ve bakımından sorumlu daire başkanlığı görevini sürdürür. Babamın emek verdiği ve gurur duyduğu önemli eserlerden biri Keban barajıdır.
92 yaşında hayata veda ettiği güne dek İTÜ mezunu olmaktan dolayı duyduğu gururu ve ülke için verdiği çabaların meyvelerini gördüğü için yaşadığı sevinci her fırsatta paylaşırdı.
Babam bir klasik müzik hayranıydı. Wagner, Rahmaninof ve Beethoven dinlerdi. Ayrıca Türk musikisini çok severdi. Eski bir makaralı teyp cihazından özellikle Münir Nurettin Selçuk dinler, Hammamizade İsmail Dede Efendi, Şevki bey, Buhurizade Mustafa Itri gibi klasikleri severdi ve ara sıra da bunlara sesiyle eşlik ederdi. Annemin sanat yeteneğine de hayrandı ve en büyük destekçisiydi.
Gazete ve özellikle Cumhuriyet gazetesi elinden düşmezdi. Politik konularda annemle günün önemli konularını konuşurlardı. Sinemayı ve tiyatroyu çok sevdikleri için yeni oyunları ve filmleri kaçırmazlar, haftada en az bir akşam sinemaya giderlerdi.
Babam ince ruhlu bir insan, çok yetenekli bir mühendis, herkesi düşünen bir yardımsever, çok iyi bir öğretmen, bir bilge, herkesi seven ve sevgisini paylaşmaktan çekinmeyen muhterem bir insandı. 92 yaşında göçtüğünde bu dünyadan yeri doldurulamayacak bir yıldız kaydı. Ne şanslıymışım ki o benim babamdı.